Yalnızlık
Yalnızlık

“Yalnızlık”, sosyal etkileşim ihtiyaçlarımız karşılanmadığında hissettiğimiz duygu olarak tanımlanır. Varoluş felsefesinin temel başlıklarından birisi olan yalnızlık konusu, insanlığın doğuşundan beri yoğun hissedip üzerinde düşündüğümüz, anlamlandırmaya çalıştığımız bir konu. Özellikle  yakın zamanda, COVID-19 salgınıyla beraber hepimiz uzun süre evlere kapanmak ve kendimizi izole etmek zorunda kaldık. Kendimizi “oyalama” araçlarımız çok azaldı. Yalnızlık üzerine daha çok düşünür ve konuşur olduk, çareler aramaya yoğunlaştık. 

 

İnsanlığın gelişiminde yalnızlığa bakarsak, primat olan atalarımız tarih boyunca sosyal gruplar içinde yaşamış ve bu şekilde hayatta kalmayı becermişlerdir. Evrimleşen insanlar da güçlerini birlikte çalışmaktan almışlardır. Yiyecek toplamak ve barınak bulmak zorunda olan bu insanlar, ancak birlikte çalışarak hayatta kalmayı başarmışlardır. Hepimiz hala gruplar içinde yaşamakta ve sosyal etkileşim ihtiyacı duymaktayız. Kısacası, “yalnız kalmak” veya “yalnız yaşamak” bir nevi doğamıza aykırıdır. 

 

İngilizce’de yalnızlık kelimesinin karşılığında loneliness ve solitude kelimelerini görüyoruz. Maalesef Türkçemizde bu farkı verecek güzel kelimelerimiz yok. Eğer yalnızlık = loneliness kabul edersek,  buradaki olumsuz, zorlayıcı duyguları farkedebiliriz. Solitude kelimesinide tek başınalık olarak iki kelime ile çevirirsek, olumlu veya olumsuz duygu içermediğini, sadece bir durum belirttiğini görebiliriz. İşte bu fark, yalnızlık temasına olan bakış açımızı, onun sonucu olan duyguları anlamlandırmamızda büyük rol oynar.

 

Eğer yalnızlık bizim için önemli bir konu ve  başetmekte zorlandığımız duygular içeriyorsa, özellikle travma kaynaklıysa, mutlaka tek başınalığa  geçişe odaklanmak zorundayız. Çünkü olumsuz yalnızlık bize fiziksel, duygusal ve ruhsal olarak zarar verir, hatta ölüme kadar götürebilir.

 

Çok kısaca, yalnızlığın fiziksel ve duygusal etkilerini özetlemekte fayda olabilir, neden ivedi olarak bu konuya eğilmemiz gerektiğini anlamak için:

 

Stres, tehlikeli durumlar, bedenimizde amigdalayı, ilkel beynimizi uyarır ve “savaş – kaç – don” üçlüsünden birisini aktive ederek bizim hayatta kalmamıza yardımcı olur. Sinir sistemimiz ve vücudumuz uzun süreli yalnızlığı, aynı stres gibi algılar. Alıştığımız, programlandığımız stres tepkisini yapar. Her stres tepkisinde olduğu gibi bedenimizde bir dizi hormon aktive olunarak salınır: adrenalin ve kortizol bunların başında gelir. Seratonin, dopamin gibi olumlu duygular içeren hormonlar da baskılanır. Artık rahat olma, keyif zamanı değildir, tetikte olmak ve savaşmaya hazırlanmak lazımdır. Akut stres anları bizi ateşler, ayağa kaldırır ve mücadele ettirir. Ancak stres yanıt sisteminin uzun süreli aktivasyonu, vücudumuzun dengesini bozar. Bunun sonucunda farklı organlarımızda, özellikle sindirim ve sinir sistemimizde hasarlar meydana gelir. Duygusal olarak da anksiyete ve depresyon deneyimlemeye başlarız. İvedilikle bu sorunu çözmemiz gerekir.

 

‘Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.’ JUNG

Yorum Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *

Konuşmayı Başlat
1
Merhaba! Aklınızdaki sorular için buradayız. Size nasıl yardımcı olabiliriz?