‘Aşk’ın Psikolojisi
‘Aşk’ın Psikolojisi

St. Valentine günü olmadan yaşayabiliriz ama aşık olmadan yaşayamayız. Aşk, insanın derin yapısına yakınlık ihtiyacı olarak kodlanmıştır. Bu ihtiyaç giderilmediğinde yalnızlık, reddedilme, engelleme, sürüklenme ve donup kalma temalarını deneyimleriz. Aşık olduğumuzda daha enerjik daha odaklı oluruz. Psikolojik büyüme için, aşk, hayatın temel besin kaynaklarındandır. İdeal işlevsellik ve mutluluktur.

Tabii ki tüm aşklar aynı değildir. Aile – arkadaşlar ve sevgili aşklarının arasında net ayrım yaparız. Çoğu kişi ilk grup için en az dokuz isim sayarken, ikincisi için tek isim söyler. Pek çok defa aşık olabildiğimiz halde, sadece az sayıda kişi aynı anda birkaç kişiye romantik aşk hisseder. Her iki aşkı birbirine bağlayan ise yakınlıktır. Yakınlık ile aşk başlar, yakınlığın kaybı ile aşkı sonlanır.

Derin yakınlığı tanımlarken somut şeyleri söyleriz. Bir bakış, bir hareket, bir dokunuş gibi… Diğer insanın varlığını hissettiren ani, sessiz bir farkındalık, ikinizin arasındaki sınırın sessizce kaybolmasını hissetmenize sebep olur. Ancak öte yandan paradoksal olarak, kendinizin ve diğer kişinin bedenine hızla dikkat kesiliriz – ki cinsel açıdan olmayadabilir- ve ardından beklenti, heyecan hissi gelir. Kendiniz ve diğeri hakkında önemli bir şey ortaya çıkar. Fiziksel rahatlama, gevşeyen kaslar ve ağırlığın azalmasını hissedersiniz.

Aile ve arkadaşlarla olan yakınlığın aksine, romantik aşkın yakınlığında kadersellik ve şaşkınlık hisleri vardır. Tamamen spontan ve doğaldır. “Olması gereken buydu” deneyimini yaşarız. Aile ve arkadaşlık ilişkilerinde de çok sürprizler olabilirken, çok ender “kadersellik” hissi vardır. Romantik aşkın büyük gizemi bu “kadersellik” hissine nasıl kapıldığımızdır.

Aşık olmak, iki yabancının gözlerinin ilk kez buluşmasından başlayarak, yaşamlarımızın en yoğun yakınlığını yaşadığımız anlara kadar giden, çok sıradışı bir yolculuktur.

Aşkın ilk aşaması yakın olmaktır.

Romantik aşklarda, o özel kişiyi bulmak isteriz. Onu bulmadan önce adeta bir elektromanyetik alanın içine girersiniz. Bu gelişimsel güçler sizin potansiyel denginizi bulmak için çekim alanıdır. Üremek, soyun devam ettirilmesi gelişimsel sürecin bir parçasıdır. Bunun için, sağlıklı ve güzel bebekler yapmanıza yardımcı olacak, iyi genli kişilere karşı doğal çekim hissedersiniz. Net ve temiz bir cilt, parlak gözler, kabarık yoğun saçlar, beyaz dişler, güzel bir yürüyüş, belirgin olan veya feromonlardan gelen güzel bir koku sizin iyi bir bağışıklık sisteminiz olduğunu gösterir.

Bu açıdan erkekler doğurganlığı simgeleyen bir kadın vücudu ararlar. Özellikle kalça bel oranı çok önemli olur bu arayışta. Kadınlar da kendi açılarından klasik V şeklindeki erkek yapısına doğru çekilirler. Erkeğin üstünlüğünü fark ettikleri anlar, diğer erkekleri yönetmek ve onları etkilemek de iç güdüsel olarak çekildikleri bir durumdur. Bununla beraber kadınlar başka ipuçlarına da bakarlar. Erkeğin eğitimi, mesleki yönelimi, yetenekleri ve finansal durumu gibi.. Bu ipuçları kadının gelecek statüsünü ve erkeğin bir aileyi geçindirip geçindiremeyeceğini de anlatır. İlk karşılaşmadan sonra erkeğin fiziksel özelliklerindense diğer özelliklerini kadın daha çok hatırlar.

Beyniniz size benzeyen kişilere doğru sizi yönlendirmekle de meşgul olur. Olası bir potansiyel denginizin güvenli ve tahmin edilebilir olması sebebiyle, geçmişi, değerleri, eğitimi ya da ilgi alanları bize benzeyen kişilere de çekiliriz. Sosyal gruplar, iş grupları bizim doğal eşleşme alanlarımızdır. Bazen de fiziksel olarak da kendimize benzeyen insanlara karşı çekilebiliriz. Mesela aynı cilt rengi, göz rengi, dudaklarının kalınlığı, burnunun genişliği, gözlerinin arasındaki açıklık, kulak memelerinin uzunluğu, orta parmağın uzunluğu ve hatta ciğer kapasitesi yapılan araştırmalarda ortaya çıkan bazı fiziksel çekimlerdir. Kim tahmin edebilir ki bunları seçeceğimizi?

Ancak beyin aynı zamanda genetik havuza da ilgi duyar ve çeşitlilik açısından farklı genetik yapılara bakar. Bu yüzden yeniye, riskliye, hatta tehlikelere karşı da bir çekim hissedebiliriz. Farklılık bizi heyecanlandırır. Bizim sahip olmadığımız ve olmak istediğimiz özelliklere sahip olan birisine karşı çekim duyarız.

Aslında bize çok benzeyen ama çok da benzemeyen, bizden farklı ama çok da farklı olmayan insanlara çekiliriz. Bütün bu fiziksel ve diğer özelliklerden geçmek aşık olmanın ilk aşamasıdır. Bu filtrelerden geçtikten sonra onun kişisel özelliklerine bakacak kadar yakınlaşırız. İlk tanışmadan sonra partnerimizin istikrarlı olmasını istediğimizi söyleriz. Nazik, samimi, güvenilir, şefkatli, esprili, bizi seven, bize değer veren ve bizim ihtiyaçlarımıza karşı sorumluluk hisseden birisini çekeriz.

Tabii bu sevgililik alanına girdiğimiz zaman, potansiyel romantik bir partner olarak kendi değerlerimize de bakmamız gerekir. Mesela rekabet nasıl? Biz kendimizi ne kadar yalnız ve çaresiz hissediyoruz? Adayların sayısı ne kadar? Bütün bunlar bizim neyi ve kimi istediğimiz konusunda ayarlamalar yaptırır bize.

Bazen hatta bir aday bizim bütün istediklerimize sahip olsa da çoğumuz ona aşık olmadan evlenmeyeceğimizi söyleriz. Aramızda romantik bir çekim olduğunu, heyecan olduğunu hissetmek isteriz. İşte bu ateşlı duygusal süreç bizim soğuk mantıklı uygunluk kararımızı yargımızı etkiler. Kendi duygularımızı, karşımızdakini aklıcıl değerlendirmek yerine, onun özelliklerine ekleriz. Karşımızdakinin sıkıntılarını görmezden geliriz, olumlu özelliklerini abartabiliriz. Ve artık çok geç kalmışızdır. Aşık olmuşuzdur.

İkinci aşama… Aşık olmak

İnsanlar aşkı anlatırken benzer ifadeler kullanırlar (mantıklı tarafımız garip bulsa da). Tüketici bir tutku, saplantılı, ele geçirme, kontrolünüzün çok az olduğu bir şeye çekilme…  Fiziksel ve duygusal uyarılma olarak uyuşturucu/alkol etkisindeymiş gibi kafayı bulma hissi verdiği söylenir. Hafif halüsinojen etkilerle, sevgili eşsiz ve özel olarak idealize edilir. Bu aşkın “sonsuza dek” süreceği inancı alır. Genelde tüm bu hisler, erkeklerde kadına göre daha fazla hızlı ve ani gelir. Bazende süreç yavaş çekim gibi ilerler. henüz adı konmamış “bir şey” oldu hissi gelir. İki kişi arasından bir duygu veya enerji dalgası geçer. Kendinizin genişlediğinizi hissedersiniz, kalbiniz aşktan, bedeniniz arzudan “patlar”.

Tüm bunları deneyimlediğiniz için “ gurur” duyarsınız. Tüm “duyularınızı” doyurmak istersiniz. Bu olduğunda da, bebekliğinizden beri çok ender hissettiğiniz bir yakınlık ve tam tatmin yaşarsınız. Freud bunu kaybedilmiş bir aşkın yeniden bulunmasına benzetir.

Romantik aşkın ilk dönemlerinde sadece beyindeki ödül merkezleri tetiklenmez. Bağımlılık ile alakalı bölümler de tetiklenir. Burada bizim aşık olduğumuz kişiye karşı yoğun duygusal ve cinsel odaklanma olur. Onun alt dudağının kıvrımı, burnunun eğimi, sandalyeden kalkış şekli, belirgin yürüyüşü gibi onun varlığı ile ilgili bir şey size hayranlık uyandırır. Onunla birlikte olmak, onun hakkındaki herşeyi bilmek istersiniz.

Bebeklikten başka, insan hayatının başka hiçbir deneyiminde, bu kadar yoğun fiziksel deneyim yaşayamazsınız. Büyüdükçe, sosyal mesafeler devreye girer; gözlerini dikip bakma, dokunma, elleme azalır. Ancak sevgili ile durum tersine döner; uzun bakışmalar, öpüşme, çıplaklık, intim dokunuşlar ve cinsel birleşme, karın karına temas, tüm bedeninizin diğerine değmesi… Aynı ebeveyn – bebek bağlanmasındaki gibi, romantik bağlanmayı da gerçekleştirir.

Küçük sohbetler ve kendimiz hakkındaki bilgilerin paylaşımı bizi daha samimi bağlanmaya doğru sürükler. Konuşmanın tonu yumuşar, daha nazik oluruz. Zamanla kelimeler daha az önemli olur. Bir bebek cıvıldamasına doğru yöneliriz. Ortak paylaşılan güvenlik hissi, çifti sarıp sarmalar. Tüm dışarıdaki goygoy susar ve bu özel anlar süresince aynı çok küçüklük zamanlarımızda olduğu gibi, dünyanın geri kalanı fark edilmez olur. Aslında yukarıdakilerin hepsi, birbirimiz arasındaki bağlanma sağlamlaşana kadar bizi bir arada tutacak yapıştırıcıdır. Sizi uzun dönem bir arada tutmak için bu yapı dizayn edilmiştir.

Tam oluşmuş bağlanma

Aşka yürümek sonunda aşık olmaya dönüşmüştür. Beyniniz oksitosin ve vazopressin salgılarından dolayı aşk kimyasalları ile doludur. Çift olmanızı sağlayacak endorfinler sizi ele geçirir. Bu noktada baskın olan duygular güvenlik, mutluluk ve dünya ile ilgili herşey iyidir hissi verir. Aynen normal arkadaşlıkta olduğu gibi ama birazcık daha farklı, bir arkadaşlık, bir yoldaşlık, birbirine özen gösterme süreçleri başlar. Bu bağlanmanın gerçek başlangıcıdır. Uzun süreli aşkla mı ya da acıyla mı bağlanacağımızı belirler. İşte bu oluşan bağlanma sizin çocukluktaki ebeveynlerinizle bağlanma modeliniz tarafından şekillenir. Siz çocukken güvenli bağlanma ortamında mıydınız? Strese karşı korundunuz mu? Şimdi bunu bir başkasıyla beraber tekrar yapabilir misiniz? Ebeveynler ile olan ilişkinizde kendinizden çok vazgeçmeniz gerektiyse şimdide aynısını mı yapıyorsunuz?

Yakınlık ve samimiyet yerine kontrol etme ihtiyacını mı daha çok duyuyorsunuz veya eski acıyı tekrarlayarak ‘hiçbir şey olmamasındansa, herhangi bir aşk daha iyidir’ diye size çokta uymayacak bağlanmalara evet mi diyorsunuz? İşte bütün bunlar sizin büyük aşkınızın nasıl sonuçlanacağını belirleyecektir. Bu da bambaşka bir hikayedir.

KAYNAK: https://www.irishtimes.com/life-and-style/people/maureen-gaffney-why-and-how-do-we-fall-in-love-1.3376797

IMAGE: freepik.com

Yorum Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *

Konuşmayı Başlat
1
Merhaba! Aklınızdaki sorular için buradayız. Size nasıl yardımcı olabiliriz?