Pandemi Gel-Git Sendromu / Açılmalar ve Sonrası
Yazın başında, uzun bir kapanma sürecinden sonra açılmalarla, kuralların rahatlamasıyla beraber bizler de hemen hemen rahatlamış ve yaz için planlarımızı yaptık. Delta varyantının yayılmasıyla ve aşının etkinliğinin sorgulanmasıyla beraber, “kapanmalar geri gelecek mi?”, “okullar, iş yerleri ve diğer mekanlar kapanacak mı?” soruları tekrar gündeme geldi. Sık sık değişen kurallar hem geleceğe emin adımlarla yürümemizi engellemekte, hem de bizi gelecek adına kaygılı yapmakta.
Haziran ayında aşılanma hızının artmasıyla beraber, restoran, kafe, sinema ve tiyatro benzeri yerler açılmaya başladı. Aşılanma sürecinde Amerika’lılara hayatlarını değerlendirmelerini isteyen bir anketin sonucu oldukça şaşırtıcı. Bu anketi cevaplayan vatandaşların %59.3’ü kendilerini daha önce hiç olmadıkları kadar iyi hissettiklerini belirttiler. Pandemi ve pandemi stresine rağmen son 13 senede verilen hayat kalite skorunun en yükseği 2021 ayının yazında verildi.
Fakat yazın başına kıyasla şuan, insanlar çok daha farklı duygular yaşamakta. Karmaşık, yoğun duygu durumları, anksiyete ve depresyonda artış, hayatlarıyla radikal bir değişim yapma isteği gibi… Bu size tanıdık geliyorsa “pandemi gel-git sendromu” yaşayan insanlardan biri olabilirsiniz. Henüz klinik bir terim olmasa da, yaşadığımız anı ve barındırdığı duyguları iyi betimlemektedir.
Yaz sonuna doğru çoğu ülke koronavirüs savaşında geri adım attı. Delta varyantı sonucu ölümlerde ani artışlar oldu, maskeyi zorunluluktan çıkaran ülkeler maske zorunluluğunu geri getirdi ve kovid kuralları tekrar sıkılaşmaya başladı. Bütün bunların yanı sıra, çoğu çocuk yüz-yüze eğitim için hazırlandı ve çoğu yetişkin iş yerlerine dönüşü bekledi. Bir taraftan yeni koyulan kurallardan haberdar olmaya çalıştık, bir yandan da bunlar hiç olmuyormuş gibi okulların, iş yerlerinin, konser alanlarının ve tüm restoranların açılmasını bekledik.
Temmuz ayının ortasında, Amerika’da CBS News tarafından yapılan bir ankette popülasyonun, %62’si delta varyantının yayılmasından endişe duyduğunu belirtirken, aynı popülasyonun %52’si yakın gelecek hakkında umutlu olduğunu bildirdi. Bu anketin sonuçları bizlerin duygu dünyasını da yansıtmaktadır. Bir kısmımız gelecek için umutlu ve heyecanlıyken, diğer bir kısmımız kaygılı olabilir. İç dünyamızın, değişen sağlık politikaları ve gelecek kaygısı çerçevesinde karmakarışık olmasına şaşmamalı.
İnsanların “normal” hayata geçişiyle beraber birçok kişi, arkadaşlarıyla dışarıdayken ilk başta hevesli olduğunu fakat daha sonradan hevesini yitirip hemen eve geri dönme isteğinin arttığını belirtti. Dışarıda olmanın onları rahatlamak yerine stres seviyelerini arttırdığı gözlemlendi.
Bu uzun süreli geçmek bilmeyen sancılı dönem hepimizin duygusal sağlığını incitmekte ve birkaç farklı psikolojik süreç rahatsızlığımıza katkıda bulunmaktadır. Wharton işletme okulu profesörü ve “Nasıl Değişiriz?” kitabının yazarı Kathy Milkman açıkça tanımlanmış “yeni başlangıçtan” mahrum kaldığımız için şuan acı çektiğimizi açıkladı. Milkman bu süreç hakkında şunları ekledi; “Açıkça sınırları çizilmiş yeni başlangıçlar, bize yenilenmiş bir motivasyon sağlar ve önemli hedeflere ulaşmamıza yardımcı olur. Ancak çoğumuz için bu yeni başlangıç gerçekleşmedi. Yarıda bıraktığımız işlere, eğitimlere ve sosyalleşmeye böyle bir aradan sonra kaldığımız yerden devam etmek çok mümkün değildir. Yeni şartlara göre, yeni planlar ve yeni iletişim şekilleri olmalıdır.”
Salgın, çalışma düzenimizden yaşam alanlarımıza, sağlıktan ekonomiye her sistemde kaosa yol açarken insan yaşamının yeni ve farklı bir boyuta doğru sürükledi. Ayak uydurmamız gereken yeni düzenler bir çoğumuzun duygu dünyasını yada bedenini yormuş olabilir ve bu koşullara yeniden uyum sağlamak imkansız gözükebilir. Pekala, vücudumuzun ve beynimizin neden dinlenmeye ihtiyacı var? Bedenimiz ve zihnimiz bir işleme/çalışma kapasitesine sahiptir. Bu kapasiteyi bir kase olarak düşünürsek, kase her dolduğunda duraklayıp, içindekileri dökmemiz gerekir. Bu kase taşıyabileceği seviyenin üstüne çıkmamalıdır. Bu miktarı, “beden ve duygu enerji kapasitesi” olarak adlandırabiliriz ve birçoğumuz bu kapasiteyi gerektiğinden fazla kullanmaktadır. Psikolog Ann Masten’in derki; “Beden ve duygu enerji kapasitesi, insanların akut stresli durumlarda kısa süreli hayatta kalmak için yararlandığı zihinsel ve fiziksel uyarlanabilir sistemlerin bir toplamıdır.” Fakat bu sistem bizi ancak bir yere kadar destekleyebilir. Zaman içinde bu kapasitemizi tüketiriz ve bir mola vermemiz gerekir. Hepimiz beklediği molanın açılamalar ve rahatlamalarla geleceğini düşünürken, bu hayalin gerçekleşmesi bilakis gerilimi ve stresi arttırdı.
Beden ve duygu kapasitemizin yanı sıra “duygusal tahmin hataları” adlı sistem de ruh halimizi şekillendiriyor olabilir. Harvard Psikoloğu Dan Gilbert ve Virginia Üniversitesi psikoloğu Tim Wilson tarafından bulunan bu terim, ciddi fiziksel yaralanmalar, veya koronavirüs gibi beklenmedik olaylar sonucunda insanın duygu yoğunluğunu ve süresini tahmin ederken yanlış tahmin yaptığını öne sürer. Bu tam olarak ne demek?
Örneğin, insanlar genellikle romantik bir ayrılıktan sonra ne kadar üzgün olacaklarını abartırlar. Spor fanatikleri takımları kazandığında gerçekte olacaklarından çok daha uzun süre mutlu olacaklarını zannederler. Bu bilgiler şuan bulunduğumuz durumla nasıl bağlantılıdır? Arkadaşlarla görüşmenin, arayı kapamanın dönüştürücü bir şekilde tatmin edici olacağını varsayabiliriz, ancak gerçekte beklentilerimiz karşılanmayabilir. Belki de bir yıldan fazla süredir en sevdiğimiz restoranda, arkadaşlarımızla düşlediğimiz akşam umduğumuz her şeyi bize vermemiştir. Hayata geri dönüşü yorucu, planlı, programlı bir süreç olarak düşündük fakat belki de bizler bu aktivitelerin olası etkisini abartmışızdır.
Travma ve kaygı konusunda uzmanlaşmış klinik psikolog Nidhi Tewari, bu kafa karıştırıcı süreç için şunları söyledi; “Birçok insan kendini sanki ‘boş’ ve rahatsız hissediyor olabilir. Bu rahatsızlık sanki kontrolü kaybetmişiz hissi yaratabilir. Bizler, işimiz, ilişkilerimiz, dış görünüşümüz gibi kontrol edebileceğimiz etkenleri değiştirerek tekrar kontrolde hissetmeye çalışabiliriz. Bir şekilde benlik kavramımızı yeniden tanımlarız”.
Tewari, kaygıya meyilli olan insanların yaşamlarında büyük değişiklikler yapmak için güçlü dürtüler hissedebileceğini öne sürdü. Aynı zaman da depresyona meyilli olan insanların da kendilerini geri çekmeye ve izole etme isteğinin artabileceğinden bahsetti. Her iki tepki de “kaçma” arzusuna dayanmaktadır.
Aslında her birimiz bu yelpazenin iki ucunu da yaşamışızdır. Bir kaçımız battaniyenin altına girip dış dünyaya kendini tamamen kapatmak isterken, diğerlerimiz de hayatlarını radikal bir şekilde değiştirmek için planlar yapabilir.
Son olarak, bazı insanlar kendilerini mutlu hissetmeleri gerektiğini düşündükleri fakat hissedemedikleri için üzgün ve suçlu hissetmektedirler. Bunun altında pandemi boyunca keyif aldıkları bir rutin oluşturduktan sonra rutini kaybetmenin üzüntüsü yatmaktadır. Psikoterapist Lori Gottlieb: “Gün ortasında yürüyüş yapmayı, meslektaşlarından çok aileleriyle vakit geçirmeyi ve kendi kalıplarına uygun bir program üzerinde çalışmak için daha fazla özgürlüğe sahip olmayı sevdik. Çoğumuz pandemi sırasında daha mutlu olmayı beklemiyorduk ama öyle olduk. Şimdiyse açılmanın verdiği stres ve hissedilen suçluluk duygusu ile başa çıkmaya çalışıyoruz.”
Siz de üzüntü ve endişede artış hissediyorsanız, pandemi gel-git sendromunun bazı belirtilerini yaşıyor olabilirsiniz. Bu süreçte yalnız değilsiniz, birçok insan bu tür gerginlikler hissediyorlar. İnsanlar genel olarak tahmin ettiğimizden daha dayanıklı olsalar da, istikrarlı bir şekilde toparlanmak ve uyumlanmak biraz daha zaman alacaktır.
Kaynak: Washington Post Gazetesi
https://www.washingtonpost.com/outlook/2021/08/11/pandemic-anxiety-psychology-delta/
Yorum Yaz